Makarna mı kilo yapar pilav mı ?

Deniz

Global Mod
Global Mod
Makarna mı Kilo Yapar, Pilav mı? Bir Tabaktan Fazlası: Sosyal Yapılar, Cinsiyet ve Eşitsizlik Üzerine

Birçoğumuzun çocukluğundan beri duyduğu klasik tartışmadır: “Makarna mı daha çok kilo yapar, pilav mı?” Ancak bu soru yalnızca mutfakta değil, toplumun mutfakla kurduğu ilişki biçiminde de anlam kazanır. Çünkü sofralar sadece kaloriyle değil; toplumsal cinsiyet rolleri, sınıf farkları ve kültürel kimliklerle de doludur. Bu yazı, görünüşte basit bir “diyet” tartışmasının aslında nasıl derin bir toplumsal yansımaya dönüştüğünü birlikte sorgulamak için yazılmıştır.

Yemeğin Politikası: Kilo Üzerine Konuşurken Kimleri Görmezden Geliyoruz?

Yemek, yalnızca beslenme değil, aynı zamanda kimliktir. Ancak kilo ve beslenme konuları konuşulurken çoğu zaman bu kimlik boyutu göz ardı edilir. Kadınlara “fit” olma baskısı yapılırken, erkekler için “iyi yemek yemek” hâlâ güç, statü ve keyif göstergesi olarak sunulmaktadır. Bu durum, toplumsal cinsiyet normlarının yeme davranışlarını nasıl şekillendirdiğini açıkça gösterir.

Araştırmalar, kadınların diyet söylemleriyle daha fazla özdeşleştirildiğini, erkeklerin ise “yemekle bağ kurma” üzerinden değerlendirildiğini ortaya koyuyor (Harvard Gender Studies, 2021). Örneğin bir kadın makarna yerken “kaç kalori var?” diye düşünürken, bir erkek için aynı tabak “lezzetli bir ödül” anlamına gelebiliyor. Bu fark, sadece bireysel tercih değil, kültürel olarak inşa edilmiş bir beklentidir.

Mutfakta Kadın Emeği, Masada Erkek İmgesi

Toplumsal cinsiyet rolleri yemek etrafında keskin biçimde görünür. Kadınlar tarih boyunca “yemek yapan”, erkekler ise “yemeği değerlendiren” konumda resmedilmiştir. Bu dinamik, kilo tartışmalarına da yansır.

Kadınların “ideal kilo”ya ulaşması bir toplumsal onay mekanizması haline gelirken, erkeklerin fiziksel görünümüne yönelik baskı daha çok performans ve güçle ilişkilidir. Sosyolog Bourdieu’nün belirttiği gibi, yemek tercihleri sınıfsal ve kültürel sermaye göstergesidir. Tam bu noktada pilav ve makarna arasındaki tercih bile bir sınıfsal göstergedir: beyaz pirinç “ev yemeği” ve “geleneksel beslenme”yi temsil ederken, makarna daha “modern”, “batılı” ya da “öğrenci işi” olarak kodlanır.

Bu kodlama, hem sınıfsal hiyerarşileri hem de kültürel yönelimleri yeniden üretir. Türkiye’de yapılan bir çalışmada, düşük gelirli ailelerde pilavın sofrada daha merkezi olduğu, orta sınıfta ise makarnanın pratiklik nedeniyle tercih edildiği gözlemlenmiştir (Anadolu Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2020).

Irk, Kimlik ve Yemeğin Evrensel Dengesizliği

Batı’da “sağlıklı beslenme” söylemi genellikle beyaz, orta sınıf bedenini merkeze alır. Bu söylem, etnik mutfakları —örneğin Asya ya da Orta Doğu yemeklerini— “aşırı karbonhidratlı” olarak damgalarken, aslında bu mutfakların yüzyıllardır dengeli ve bitkisel beslenme ilkelerine dayandığını görmezden gelir.

Makarna İtalyan kültürünün bir parçasıyken küresel bir yemeğe dönüşmüş, pilav ise Asya’dan Afrika’ya uzanan geniş bir kültürel mirasın taşıyıcısı olmuştur. Buna rağmen, Batı diyet kültürü bu yemekleri “zararlı karbonhidrat” kategorisine yerleştirerek hem kültürel hiyerarşiyi hem de ırksal önyargıları yeniden üretir. Bu durum, “ne yediğimizin” aynı zamanda “kim olduğumuzun” da politik bir göstergesi olduğunu kanıtlar.

Sınıf ve Erişilebilirlik: Sağlıklı Beslenme Kimin Hakkı?

“Makarna mı pilav mı kilo yapar?” sorusuna verilecek en dürüst cevap belki de “ekonomik koşullar izin verirse fark eder” olmalıdır. Çünkü bugün sağlıklı beslenme, çoğu kişi için bir ayrıcalığa dönüşmüştür.

Organik gıdalar, glütensiz ürünler ya da düşük glisemik indeksli pirinçler yüksek gelirli kesimlere hitap ederken, düşük gelirli kesimlerde ucuz karbonhidrat kaynakları —beyaz pirinç, rafine makarna— temel besin haline gelmiştir. Bu durum yalnızca beslenme alışkanlıklarını değil, kilo üzerinden kurulan moral yargıları da etkiler. Bir kişinin kilosu, çoğu zaman onun “irade gücü”yle değil, “gelir seviyesiyle” ilgilidir.

Diyet söyleminin sınıfsal boyutu göz ardı edildiğinde, kilo kontrolü bir bireysel başarısızlık gibi gösterilir. Oysa bu durum, yapısal bir eşitsizliğin sonucudur.

Kadınların Empatik, Erkeklerin Çözüm Odaklı Yaklaşımları

Kilo tartışmalarında kadınlar genellikle birbirlerine destek olmaya, duygusal paylaşımda bulunmaya eğilimlidir. Forumlarda, sosyal medyada “beraber diyet yapalım”, “birbirimizi motive edelim” gibi dayanışma temelli mesajlar yaygındır. Bu yaklaşım, toplumsal olarak kadınlara yüklenen empati ve bakım rollerinin bir uzantısıdır.

Erkekler ise daha “stratejik” ve “çözüm odaklı” bir tutum sergiler: “Spor yap, karbonhidratı kes, sonuç alırsın.” Bu iki yaklaşımın biri yanlış, diğeri doğru değildir; ancak her biri, cinsiyet normlarının düşünme biçimlerimize nasıl sızdığını gösterir. Bazı erkekler için kilo vermek bir “performans hedefi”, bazı kadınlar içinse “özsaygı meselesi” olabilir — ve bu farklılıkların her biri haklıdır, kişiseldir.

Sorgulama Zamanı: Gerçekten Kilo mu Yapıyor, Yoksa Yargılar mı?

Belki de asıl mesele ne pilavın ne makarnanın kalorisinde. Asıl mesele, bu basit sorular üzerinden hangi sosyal mesajları yeniden ürettiğimizde. “Kilo almak” kavramı, modern toplumda neredeyse bir ahlaki ölçüt haline gelmiştir.

Peki sizce, bedenimizi kontrol altına almak mı bizi özgür kılar, yoksa onun üzerindeki toplumsal kontrolü sorgulamak mı?

Eğer toplum kadınlara “ince ol” derken erkeklere “güçlü ol” diyorsa, her iki cins de kendi bedeninde hapsolmuş olmaz mı?

Sonuç Yerine: Sofrada Eşitlik Mümkün mü?

Makarna da pilav da, tıpkı biz insanlar gibi, kendi bağlamında anlam kazanır. Onları “iyi” ya da “kötü” yapan şey kalori değerleri değil, onlara yüklenen anlamlardır. Yemeğin, kilo kavramının ve beden algısının etrafında örülmüş toplumsal normları kırmak, hem bireysel farkındalıkla hem de yapısal değişimle mümkündür.

Bu yüzden belki de asıl soru şu olmalı: “Makarna mı kilo yapar pilav mı?” değil, “Kimin için, hangi koşullarda, hangi anlamda kilo yapmak sorun haline gelir?”

Yemek masasında eşitlikten söz etmek, sadece karbohidrat hesabı değil, adalet hesabıdır.

Ve belki de bu hesabı yeniden yazmanın zamanı gelmiştir.