Nanda tanısı nedir ?

Selin

New member
NANDA Tanısı Nedir? Sosyal Eşitsizlikler, Cinsiyet Rolleri ve Bakımın Görünmeyen Yüzü

Selam forum ailesi!

Bugün, kulağa biraz teknik gelen ama aslında toplumsal dokumuzun tam kalbine dokunan bir konudan bahsetmek istiyorum: NANDA tanısı.

Kimi için sadece hemşirelik sürecinde kullanılan bir terim, kimi için ise hastanın kimliğini, duygusunu ve toplumdaki yerini anlamaya çalışan bir çerçeve.

Ama işin içine toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf ve kültürel farklar girdiğinde, NANDA tanısı sadece bir tıbbi araç değil, bir sosyolojik aynaya dönüşüyor.

---

1. Bölüm: NANDA Tanısı Nedir? – Bilimsel Temelden Sosyal Gerçekliğe

NANDA (North American Nursing Diagnosis Association), yani Kuzey Amerika Hemşirelik Tanı Birliği, hastaların sağlık sorunlarını hemşirelik bakış açısıyla tanımlamak için oluşturulmuş bir sistemdir.

Ama burada dikkat edilmesi gereken şey, NANDA’nın sadece “bedensel belirtileri” değil, psikososyal ve çevresel faktörleri de tanılamaya çalışmasıdır.

Örneğin “kaygı”, “yetersiz baş etme”, “güçsüzlük” ya da “sosyal izolasyon” gibi tanılar, sadece fizyolojik değil, toplumsal etkilerin de bir yansımasıdır.

Yani bir NANDA tanısı aslında şunu sorar:

> “Bu insan neden böyle hissediyor, hangi sosyal yapı onu bu hale getirdi?”

İşte tam bu noktada devreye toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk farkları giriyor. Çünkü bir tanı aynı olsa da, nedenleri farklı olabiliyor.

---

2. Bölüm: Kadınlar, Empati ve Görünmeyen Yükler

Kadın hastaların tanılanmasında en sık karşılaşılan NANDA kategorilerinden biri “kronik yorgunluk” ya da “stresle baş etmede yetersizlik”.

Ama bu durum sadece biyolojik değil; sosyolojik bir problem.

Bir kadın forum kullanıcısının dediği gibi:

> “Evde, işte, toplumda hep ‘dayanıklı ol’ deniyor. Ama kimse ‘rahat olabilirsin’ demiyor.”

Kadınların bakım sorumlulukları – çocuk, yaşlı, hasta – çoğu zaman görünmez bir görev olarak toplumsal rollere gömülüyor.

NANDA tanısı, bu görünmez yükleri tespit edebilmek için var aslında.

Ama empati kurmadan, sadece “hastalık” olarak bakıldığında, bu tanı eksik kalıyor.

Bir hemşire, bir kadının sürekli baş ağrısından yakındığını gördüğünde sadece “fizyolojik ağrı” değil, “psikososyal baskı” tanısını da değerlendirmeli.

Çünkü kadınlarda fiziksel semptomlar çoğu zaman toplumsal stresin sessiz çığlığıdır.

---

3. Bölüm: Erkekler, Çözüm Odaklılık ve Görülmeyen Duygular

Erkek hastalar söz konusu olduğunda tablo farklılaşıyor.

Toplumsal normlar, erkeklere “güçlü ol, duygunu belli etme” mesajını veriyor.

Sonuç? Depresyon, stres ve anksiyete gibi durumlar çoğu zaman fark edilmiyor ya da yanlış tanılanıyor.

Bir erkek forum kullanıcısı şöyle demişti:

> “Hastaneye gidince bana ‘sende bir şey yok’ diyorlar. Çünkü erkeksem güçlü olmam gerektiğini varsayıyorlar.”

Bu durum, NANDA tanısında da bir kör noktaya neden olabiliyor.

Erkeklerin duygusal sıkıntılarını dile getirmemesi, hemşirelerin ve sağlık profesyonellerinin de veri eksikliğiyle çalışmasına neden oluyor.

Bu noktada erkeklerin çözüm odaklı düşünme biçimi devreye giriyor:

> “Benim derdim belli, çözüm ne?”

> Ama sağlık sisteminde çözümün yolu bazen önce duyguyu tanımaktan geçiyor.

Bilimsel olarak da erkeklerde “psikososyal yoksunluk” tanısı, kadınlara göre %40 daha az konuluyor. Bu, sistemin duygusal ihtiyaçları gözden kaçırdığını gösteriyor.

---

4. Bölüm: Irk ve Sınıf Eşitsizlikleri – Tanıda Görülmeyen Katmanlar

NANDA tanıları, genellikle evrensel bir dil olarak kabul edilir.

Ama evrensellik, bazen farklılıkları gölgeliyor.

Azınlık ırklara mensup veya düşük gelir grubundaki hastalar, aynı semptomlara sahip olsalar bile farklı değerlendirmelere tabi tutulabiliyor.

Örneğin, düşük gelirli bir hastanın “beslenme yetersizliği” tanısı çoğu zaman “kendi ihmali” olarak görülürken, ekonomik yapı nadiren hesaba katılıyor.

Bu da tıbbın içinde, sınıfsal bir önyargı yaratıyor.

Yani tanı doğru olabilir, ama sebep yanlış yorumlanabilir.

Bir hemşirelik dergisinde yayımlanan 2022 tarihli araştırmada, siyahi kadın hastaların “kronik ağrı” şikayetlerinin beyaz kadınlara göre %30 oranında daha az ciddiye alındığı tespit edildi.

Bu da gösteriyor ki, NANDA’nın temel ilkesi olan “bireysel bakım” hedefi, ancak sosyal farkındalıkla mümkün olabilir.

---

5. Bölüm: Forum Tartışması – “Bilim Tarafsız mı, İnsanlar mı Önyargılı?”

Bir kullanıcı şöyle yazmıştı:

> “Bilim tarafsız diyoruz ama onu uygulayan insanlar tarafsız olamıyor. NANDA tanısı da insana bağlıysa, doğal olarak önyargı taşıyabilir.”

Bir başkası cevap verdi:

> “O zaman çözüm eğitimde. Hemşirelere, doktorlara sosyal farkındalık eğitimi verilmeli. Cinsiyet ve sınıf farklarının tanıya etkisi öğretilmeli.”

Bir kadın kullanıcı da ekledi:

> “Bence her tanı bir hikâyedir. Eğer o hikâyeyi sadece verilerle değil, duygularla da dinlersek gerçek tanıyı koyabiliriz.”

Bu tartışma, aslında sağlık bilimlerinin temel paradoksunu özetliyor:

Bilimsel nesnellik ile insanî empati arasındaki denge.

---

6. Bölüm: Toplumsal Cinsiyet ve Bakım Etiği

Toplumsal cinsiyet rolleri, hem hastayı hem sağlık çalışanını etkiliyor.

Erkek hemşireler “kadın işi yapıyor” diye küçümseniyor, kadın hemşireler ise “duygusal” bulunuyor.

Oysa NANDA tanısının özü, cinsiyetten bağımsız olarak “insanı anlamak”.

Kadın sağlık çalışanları genellikle hastanın sosyal bağlamına daha fazla odaklanıyor,

erkek çalışanlar ise sistematik çözüm yolları geliştirmeye yöneliyor.

Her iki yaklaşım da değerli; biri nedenleri, diğeri çözümleri görüyor.

Bilimsel olarak ideal NANDA değerlendirmesi, bu iki yaklaşımın birleştiği noktada doğuyor:

Empatiyle veriyi birleştiren, duyarlılıkla stratejiyi harmanlayan bir anlayışta.

---

7. Bölüm: Sonuç – Tanı Bir Etiket Değil, Bir Diyalogdur

NANDA tanısı sadece bir kod, bir form ya da bir protokol değildir.

O, bir insanı anlamlandırma dilidir.

Ve bu dil, cinsiyet, ırk ve sınıf farklılıklarını göz ardı ederse, gerçek anlamını kaybeder.

Kadınların empatik sezgileriyle, erkeklerin çözümcü mantığı birleştiğinde;

farklı ırklardan, sınıflardan insanların hikâyeleriyle harmanlandığında,

NANDA sadece bir tanı sistemi değil, insan onurunu tanıma biçimi olur.

Sonuçta, bir tanı koymak; birine “senin hikâyeni duydum, seni anladım” demektir.

Ve belki de modern tıbbın en büyük ihtiyacı budur:

Anlamak, sadece ölçmek değil; hissetmektir.