Çocukluk anıları bir korsanın ihtiyaç anında kullanılmak üzere özenle saklanan hazine sandığı gibidir. Kahkahaların ve oyunların bol olduğu ve mutluluğun bir lüks olmadığı zamanları hatırlatıyor. Bir gün arkadaşımla oturup geçtiğimiz birkaç günü hatırlarken aklıma bir anı geldi.
Çocukluk anıları bir korsanın hazine sandığı gibidir, ihtiyaç anında kullanılmak üzere özenle saklanır (HT dosyası)
Onlarca yıl önce, ben on yaşındayken, Himaşal Pradeş’teki Dalhousie tepe istasyonuna aile tatiline gittik. Ayrılmadan bir gün önce, sekiz yaşındaki erkek kardeşim ve ben, seyahat hediyeleriyle dolu bir kutu ve gezimiz için okuyacağımız bir çanta dolusu kitabı hazırladık. Heyecanımıza hakim olamadık ve gelecek maceraların hayalini kurarak saatleri geçirmeden önce o gece zar zor uyuduk. Sonunda yola çıktık ve araba yükseldikçe hava daha da sisli olmaya başladı ve çok geçmeden kendimizi bulutlar ve yemyeşil manzaralarla çevrelenmiş halde bulduk.
Kasaba halkından birinin sahibi olduğu güzel bir kır evi olan varış noktamıza ulaştığımızda, bize mülkü gezdiren sahibinin kızı tarafından karşılandık. Arka bahçedeki güzel çilek bahçesinden yayılan kırmızı tonları görünce yüzümüz aydınlandı. Yedi saatlik yolculuğun yorgunluğu, o zamanlar şehirlerde nadir bulunan lezzetli meyveleri açgözlülükle toplayıp kendimizi tıka basa doldururken kaybolmuş gibiydi. Akşamın geri kalanı yakındaki ormanı patikalar, sincaplar ve yabani mantarlar için keşfederken hızla geçti. Az sonra yemek zili çaldı ve zil sesinin tepelerde yankılandığını duyunca açlığımızı gidermek için eve koştuk. Ev sahiplerimizin bize nesilden nesile aktardıkları folklorik lezzetleri tattırırken, biz de yerel lezzetlerin tadına baktık. Yatma zamanı geldiğinde Enid Blyton’ın Büyülü Orman’ından bir sayfayı zar zor okuyabildik, gözlerimiz ağırlaştı ve kalplerimiz dolu.
Ertesi gün ayakkabılarımız ayağımızda, elimizde sopalar, reçelli sandviç, sıcak çay ve su dolu sırt çantalarımız ile kaldığımız yerden biraz uzakta bir yürüyüş parkuruna yürüdük. Bu zorlu yürüyüş sırasında mümkün olduğu kadar çok böcek ve kuşu tespit edip isimlendirmeye karar verdik. Ebeveynlerimiz ve yerel rehberimiz bize yardımcı oldu. O zamanlar ihtiyacımız olan tek eğlence içeceklerimizi yudumlamak ve ormanın sesini dinlemekti.
Son durağımız olan tepedeki tapınağa vardığımızda bizi bekleyen manzara nefesimizi kesti. Çocuklar kadar uzaktaymış gibi görünen bulutlar, çam ağaçlarıyla dolu sayısız dağla birlikte altımızda sallanıyordu. Bugünlerde elimden kaçmış gibi görünen o hayret ve dehşeti hissetmek için her şeyi verebilirdim. Geri kalan günlerimizi bu yürüyüşlerin çoğunu yaparak, çilek toplayarak, mahalle çocuklarıyla lağım kriketiyle, ev yapımı sütlü çikolatalı kekle ve saatlerce karambol oynayarak geçirdik.
Bugün bu bayramı düşündüğümde, tatlı anılar çorak topraklara yağmur damlaları gibi dökülüyor, içimi sıcaklıkla ve geçmişin paha biçilmez incilerine şükranla dolduruyor. [email protected]
Yazar, Ludhiana’da yaşayan serbest çalışan bir yazardır.
Çocukluk anıları bir korsanın hazine sandığı gibidir, ihtiyaç anında kullanılmak üzere özenle saklanır (HT dosyası)
Onlarca yıl önce, ben on yaşındayken, Himaşal Pradeş’teki Dalhousie tepe istasyonuna aile tatiline gittik. Ayrılmadan bir gün önce, sekiz yaşındaki erkek kardeşim ve ben, seyahat hediyeleriyle dolu bir kutu ve gezimiz için okuyacağımız bir çanta dolusu kitabı hazırladık. Heyecanımıza hakim olamadık ve gelecek maceraların hayalini kurarak saatleri geçirmeden önce o gece zar zor uyuduk. Sonunda yola çıktık ve araba yükseldikçe hava daha da sisli olmaya başladı ve çok geçmeden kendimizi bulutlar ve yemyeşil manzaralarla çevrelenmiş halde bulduk.
Kasaba halkından birinin sahibi olduğu güzel bir kır evi olan varış noktamıza ulaştığımızda, bize mülkü gezdiren sahibinin kızı tarafından karşılandık. Arka bahçedeki güzel çilek bahçesinden yayılan kırmızı tonları görünce yüzümüz aydınlandı. Yedi saatlik yolculuğun yorgunluğu, o zamanlar şehirlerde nadir bulunan lezzetli meyveleri açgözlülükle toplayıp kendimizi tıka basa doldururken kaybolmuş gibiydi. Akşamın geri kalanı yakındaki ormanı patikalar, sincaplar ve yabani mantarlar için keşfederken hızla geçti. Az sonra yemek zili çaldı ve zil sesinin tepelerde yankılandığını duyunca açlığımızı gidermek için eve koştuk. Ev sahiplerimizin bize nesilden nesile aktardıkları folklorik lezzetleri tattırırken, biz de yerel lezzetlerin tadına baktık. Yatma zamanı geldiğinde Enid Blyton’ın Büyülü Orman’ından bir sayfayı zar zor okuyabildik, gözlerimiz ağırlaştı ve kalplerimiz dolu.
Ertesi gün ayakkabılarımız ayağımızda, elimizde sopalar, reçelli sandviç, sıcak çay ve su dolu sırt çantalarımız ile kaldığımız yerden biraz uzakta bir yürüyüş parkuruna yürüdük. Bu zorlu yürüyüş sırasında mümkün olduğu kadar çok böcek ve kuşu tespit edip isimlendirmeye karar verdik. Ebeveynlerimiz ve yerel rehberimiz bize yardımcı oldu. O zamanlar ihtiyacımız olan tek eğlence içeceklerimizi yudumlamak ve ormanın sesini dinlemekti.
Son durağımız olan tepedeki tapınağa vardığımızda bizi bekleyen manzara nefesimizi kesti. Çocuklar kadar uzaktaymış gibi görünen bulutlar, çam ağaçlarıyla dolu sayısız dağla birlikte altımızda sallanıyordu. Bugünlerde elimden kaçmış gibi görünen o hayret ve dehşeti hissetmek için her şeyi verebilirdim. Geri kalan günlerimizi bu yürüyüşlerin çoğunu yaparak, çilek toplayarak, mahalle çocuklarıyla lağım kriketiyle, ev yapımı sütlü çikolatalı kekle ve saatlerce karambol oynayarak geçirdik.
Bugün bu bayramı düşündüğümde, tatlı anılar çorak topraklara yağmur damlaları gibi dökülüyor, içimi sıcaklıkla ve geçmişin paha biçilmez incilerine şükranla dolduruyor. [email protected]
Yazar, Ludhiana’da yaşayan serbest çalışan bir yazardır.